Highlights
-
2024-01-04 13:14 Diyor ki, pek çok medeniyetin diğerlerine göre çok daha gelişmiş olmasının en temel nedeni protestan ahlakıdır. Neyi kastediyor? Bir kere diyor, Avrupa’nın çok benzer medeniyette, çok benzer demografik yapıya sahip, halklarına sahip medeniyetlerinin bir kısmı protestan, bir kısmı katolik olmuş durumda. ve baktığımızda protestanların katoliklerden daha zengin olduğunu görüyoruz ve bu tesadüf değil diyor. Ve bunu da protestan ahlak yapısına bağlıyor. Çalışma ahlak. Protestan ahlakında çalışmak ibadet. Sünni ahlakına çok benzer bu açıdan. Üretmek ve biriktirmek ayıp değil. Toplum tarafından hoş karşılanan bir şey. ne hoş karşılanmaz, orta çağ soyluları gibi yaşamak, yani bu parayı balolarla, davetlerle, müsriflikle, lüks binalarla ve tamamen topluma faydası olmayan şeylerle çere çöpe harcamak ayıp. Bu kazandığın artı değer ya da katmı değerle sana yetecek bir hayat sürmek, Yeri geldiğinde topluma bir kısmıyla bunu yardım etmek, geri kalan parayla da yeni yatırımlar yapmak, yeni istihdam yaratmak ve toplumun faydasını arttırmak, vergisini vermek, bu çok ahlaklı bir davranış. İşte protestan ahlakında
- Note: peki ya belçika?
-
2024-01-04 13:15 Bir toplum yapısında çocuklar neyin övüldüğünü görürse o olmak isterler. O toplumda ise askerler çok övülüyorsa çocuklar asker olmak ister. Polis çok övülüyorsa polis olmak ister. Doktor övülüyorsa doktor olmak ister. Öğretmenlik övülüyorsa öğretmen olmak ister. Sanatçılar övülüyorsa sanatçı olmak ister. İş adamı övülüyorsa iş adamı olmak ister. 1980’lerin başında falan yani Türkiye’de iş yapan insanlar çok uzun yıllar boyunca doğuştan ahlaksız kabul edildi. Çok uzun süre. Bu da temelsiz değil. Türkiye’de Osmanlı’dan kalan zenginlerimiz yok bizim. Yani bir burjuva sınıfımız hiç olmadı. Cumhuriyet sonrası Osmanlı’dan getirdiğimiz. Aslında vardı. Kimdi onlar? Gayrimüslimlerimizdi. Rumlarımız, Ermenilerimiz, Yahudilerimiz. Türkiye’nin burjuvaları onlardı. Kendi soyluları onlardı. Biz bu insanları çeşitli nedenlerle ilk konuşacağız bunları. Kaybettikten sonra bizim elimizde tamamen eğitimsiz bir köylü nüfusu kaldı.
-
2024-01-04 13:15 Ve Türkiye’de 1930’larla birlikte, ağırlıklı olarak 1950’lerde, Bütün zenginler devlet eliyle zengin edildi. Devlet kapitalizm aracılığıyla zengin edildi. İşte ihaleler verilerek zengin edildi, krediler verilerek zengin edildi. Ve bunu bu şekilde olmayan, kendi kendine zenginleşen, tamamen devletten bağımsız zenginleşen hiçbir zenginimiz olmadığı için Türkiye’de zengin olmak çok uzun yıllar boyunca ayıp kabul edildi. Bu da böyle bir şey kültürü yaratmadı örneğin. Girişimci kültürü ya da ben iş adamı olayım şöyle olayım böyle olayım. Şimdi bugünlerde bu biraz değişiyor olabilir. Çünkü pek çok televizyon dizisi var. Çok fazla ne iş yaptığı belli olmayan ama iş adamı olarak andığımız insanlar var. Lüks çalışma ofislerinde çalışıyorlar. İşte sekreterleri geziniyor. Aileden insanlar var, bir takım işler bağlıyorlar, ciddi ciddi telefonlarla konuşuyorlar falan, bir takım problemleri çözüyorlar. Ne iş yaptıkları tam olarak belli değil çoğunluğun. Ama yine de iş adamlığı diye bir şeyin farkındayız
-
2024-01-04 13:15 Yani Türk dizilerinde böyle bir iş adamı profili vardı şeylere baktığınızda. 1960’ların 70’lerin Türk filmlerine baktığınızda ne görürsünüz? İş adamı nasıldır? Fabrikatör. En iyisi Hulusi Kentmen’dir. O da şeydir yani, babacandır, serttir falan ama çoğu kötü adamdır. Yeşilçam’da para sahibi olan insanlar kötü adamlardır.
-
2024-01-04 13:16 Buradaki keşifleri genellikle müteşebbisler yapıyor. Yani keşif gemisini devlet göndermiyor, keşif gemisini bir tüccar gönderiyor. Ya şuraya keşfedelim bakalım ne var. Belki orada bir şey yürütürüz, belki böyle bir şey yaparız, belki buradan kar elde ederiz diye keşif gemileri salıyorlar. Sistem nasıl yürüyor? Herhangi bir tüccar, herhangi bir girişimci bir şey keşfederse ve o kendi ülkesinin hükümetiyle de arası iyiyse, o keşfettiği yerin valisi oluyor. Ordusunu kuruyor, kendi ordusunu kuruyor. Devletlerden bağımsız ordunun kurulabildiği yıllar bunlar. Ve sana buna izin veriliyor. Gelirinden tabii ki devlete de pay veriyorsun ve eğer akıllı bir adamsan devletin üst kademelerinden ortaklar temin ediyorsun şirketine. Şirketin üst seviye ortakları aynı zamanda devletin üst kademelerinden insanlar oluyor. Ve sana özel izinler veriliyor. Şurada şu yapabilirsin, şunun tekeli sendedir, şu limonu sen işleteceksin, ya da şunun ticareti tamamen sana aittir, bu şirkettedir gibi özel izinler veriliyor. Ve bir süre sonra bu verilen özel izinler kalıcı izinlere dönüşüyor ve şirketlere verilen kalıcı infiyazlara dönüşüyor
-
2024-01-04 13:17 Bu şirketlerin en meşhurları East Indian Company ve bir Hollanda şirketi olan Ferenide O’Sindice Company. Nasıl okunduğunu çok iyi bilmiyorum. VOC diyebiliriz, VOC yazılan. İki tane büyük şirket var ve bu şirketleri şirket gibi düşünmeyin, devlet gibiler bakın orduları var bu şirketlerin. East Indian Company ve VOC’nin ticaret monopolisi hakları var. Rakamları vereyim biraz size. Bir ara tüm dünya ticaretinin %50 ise East India Company üzerinden gerçekleşiyor. Bu kadar büyük bir şirketten bahsediyorum. 260.000 kişilik ordusu var East India Company’nin. Bu İngiltere ordusu değil, şirketin ordusu arkadaşlar. İngiliz ordusunun iki katı bu rakam.
-
2024-01-04 13:17 Hollanda’da süreç nasıl işliyor? Hollanda’da birkaç ticaret şirketini devlet birleştiriyor ve halka açıyor. Ve yatırımcılar da bir gemi alıp riske girmek yerine ticari şirketlerine hisse alıyorlar ve risklerini dağıtıyorlar. Yabancılardan yatırımlar yapıyorlar, yabancılardan yatırım alıyorlar, yabancı şirketlere yatırım yapıyorlar vs. Bu VOC Endonezya’yı 200 yıl boyunca yönetiyor. Ve daha sonra Hollanda’ya teslim ediyor. 200 yıl boyunca bir ülkeyi, bir bölgeyi, bir şirket yönetiyor arkadaşlar.
-
2024-01-04 13:18 Mississipi AŞ’e var. Bunlar da hisse senedi satarak para topluyorlar. Ve topladıkları paralarla Mississipi’yi kolonileştiriyorlar. Amerika biliyorsunuz hala yeni keşfedilmiş bir bölge. Ve hala işlenmemiş pek çok arazisi var. Ve Mississipi AŞ’e baya hisse topluyor ve baya hissedarı oluyor. Baya da büyük bir parayı Mississipi’ye gömüyor. Maksat ne? Mississipi bölgesinden elde edilen gelir, rekar payı olarak dağıtmak vs. Ama Mississippi’den öngörülen miktarda kar elde edilemiyor. Ve bu o kadar büyük bir şirket ki bazen şirketlerde şöyle bir şey vardır arkadaşlar. Orta ve küçük ölçekli bir şirketse batarsın. Batman da kimsenin umurunda olmaz. Ama çok büyük ölçekli bir şirketsen batmana müsaade edilemeyecek kadar önemli bir hale gelirsin. Sen battın da ülke ekonomisi de sarsılır. Mississippi A.Ş. de böyle bir şey. Ve Fransa’yı batmanın eşiğine getiriyorlar arkadaşlar. Mississippi A.Ş. Ve çok büyük bir ekonomik kriz çıkıyor sonradan. Fransız ihtilali de bu ekonomik krizin arkasından geliyor. Yani Mississippi A.Ş. koca bir ekonominin çöküşüne neden oluyor.
-
2024-01-04 13:18 London Company var. Kuzey Amerika’daki ilk yerleşim yerlerini London Company kuruyor. Büyük bir finansman gerektiriyor biliyorsunuz bu yerleşme, sömürgecilik, oradaki kızılderilerle savaş, oranın altyapı istihdamı falan. Bayağı bir ülke kuruyorsunuz gidip orada. Ve bunu da London Company yapıyor örneğin.
-
2024-01-04 13:18 East Indian Company’e Dönersek, bunlar da Hindistan’ı fethediyorlar. Ve Hindistan’ı 100 yıl boyunca yönetiyorlar. Bir şirket yönetiyor. Ve bu şirket o kadar kuvvetleniyor ki, bu şirket yüzünden savaş çıkıyor. En ünlü savaş, 1840’da yaşanan Afyon Savaşları, Opium Wars. Nasıl çıkıyor savaş? İngilizler, Çinlilere afyon satıyorlar. Çin hükümdarı bir fark ediyor ki, halkının yarısı esrarkeş olmuş durumda. Bu işe bir dur demesi gerekiyor ve diyor ki, ben esrarı, afyonu yasakladım arkadaşlar diyor. İngilizler diyor ki, yasaklayamazsın. Böyle bir şey yok, böyle bir dünya yok. Biz size afyon satmaya devam edeceğiz. Yasaklarım yasaklayamazsın, yasaklarım yasaklayamazsın, savaş çıkıyor. Ve bu savaşa Afyon Savaşları adı veriliyor. East Indian Company çok kuvvetli gemileri var. Savaş gemileriyle Çin’in limanlarına yanaşıyorlar. Limanları topa tutuyorlar ve çok kolay bir şekilde bu savaşı kazanıyorlar. Savaşı kazandıktan sonra afyon ticaretini tekrar serbest bırakıyorlar. Ayrıca savaş tazminatı olarak da Hong Kong’u 99 yıllığına alıyorlar.
-
2024-01-04 13:19 Ve bir köle ticaret üçgeni kuruluyor. Bu üçgenin yönü de akıntı ve rüzgarların yönü belirleyici oluyor. Buradaki rota nasıl? Afrika’dan Amerika’ya, Amerika’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Afrika’ya şeklinde bir üçgen. Dediğim gibi akıntıların ve rüzgârların yönünü takip ediyor burada. Avrupa’da üretilen mallar Afrika’ya satılıyor. Afrika’da bu malları alan insanlar, aynı zamanda Afrika’nın çeşitli kabileleri, Afrika halklarını köleleştiriyorlar ve beyaz adamlara satıyorlar. Afrika’dan köle alınıyor ve Amerika’ya satılıyor. Şeker alınıyor, pamuk alınıyor, Avrupa’ya satılıyor gibi böyle bir ticaret üçgeni kuruluyor. Rakamlardan bahsedince daha net anlaşılacak. 12,5 milyon köle Amerika’ya götürülüyor bu yolda. Ve bunların %10’u yolda ölüyor.
-
2024-01-04 13:20 Zaten Adam Smith’in tam serbest rekabet piyasaları, yani bahsettiği bir rekabet piyasası henüz yok. Çünkü her yerde imtiyazlar var. Liman imtiyazları var, ticaret imtiyazları var, alım imtiyazları var. Ve üretilen istenildiği yerde, istenildiği fiyattan falan satılamıyor. Bazı limanların alım imtiyazları var. Şu şartla mesela, öncelik o limanda oluyor. Buradan artarsa başka yerlere satabilirsin diyor. Ve insanlar o limana malı kaptırmamak için gizliyorlar falan. Orada da bir sürü mevzu dönüyor. Adam Smith’in bahsettiği gönüllü takas ve rekabetçi pazar için biraz endüstri devrimini beklememiz gerekiyor. Kapitalizmin çok küçük bir kesimi zenginleştirdiği ve çok küçük bir kesimi mutlu ettiği dönemden bahsediyoruz. Bu dönemler kapitalizmin en vahşi çağları.
-
2024-01-04 13:20 18. yüzyılın sonuna kadar, 1700 yüzyılın sonuna kadar, dünya ekonomisinin önemli bir kısmı Hindistan ve Çin’de, ağırlık merkezi hala orada. Yani Asya’da. Yalnızca yüzyıl içinde Avrupalılar, dünya ekonomisinin ve topraklarının çoğunu kontrol eder hale geliyorlar. Sadece yüzyıl içinde. Ve İngiltere’nin fethetmediği topraklar diye bir harita var. Kocaman dünya haritasında küçücük beyazlıklar var. Aslında bütün dünyayı işgal ediyorlar.
-
2024-01-04 13:21 Ve 1850’den itibaren yapılan bu teknolojik keşifler, Batı ile dünyanın geri kalan arasındaki farkı, 20. yüzyıl boyunca kapanmayacak kadar açıyorlar.
-
2024-01-02 00:16 Toplumun çok küçük bir kısmı tüketim döngüsünde. kaba bir rakam vermek gerekirse ortaçağ boyunca dünya halklarının %98-99’u tüketici falan değil. %1’lik bir tüketici kesim var ve onlara üretim yapılıyor sadece.
-
2024-01-04 13:21 O yüzden küçük aile işletmeliği yetiyor bu üretim miktarını ve burada da loncalar her bir üretimi tekellerine oluşturuyorlar. Örneğin bugün Canınız mobilyacı olmak isterse ve sermayeniz varsa mobilyacı açabiliyorsunuz. Yani mobilya üretim firması açabiliyorsunuz. Çünkü bunun meslek gücünü kaybetmiş bir loncası var. Artık yok. Ama meslek gücünü kaybetmemiş loncalar da var. Hala. Ne bunlar? Eczacılar, berberler gibi. Hala meslek odaları tarafından bazı regulasyonların yapıldığı sektörler var ama çok az kalmış durumda. Ortaçağ boyunca her alanın böyle loncalarla donatılmış olduğunu düşünün. Ve nerede ne kadar dükkan açılabileceğini, nerede ne kadar işletme kurulabileceğini bu loncalar belirliyor. Ve tam bir serbestliği kesinlikle yok
-
2024-01-04 13:22 Hepinizin bildiği gibi James Watt’ın 1765’te buhar motorunu keşfetmesi burada çok önemli bir aşama. Gerçi biz sanayi devrimi 1800’lerin sonlarına doğru başlatıyoruz. Arada yani 100 yıllık falan bir mesafe var. Yani 100 kişiye sorsak alanı bilen sanayi devrimi ne başlatmıştır desek buhar motoru cevabını verecekler ama Buhar motorunun icadından 100 yıl sonra başlıyor aslında sanayi devrim. Gerçek anlamda.
-
2024-01-04 13:22 İkincisi, buhar motorunun çeşitli makinelere adapte edilmesi. Yani buharla çalışan iş makinelerinin üretim sürecine dahil olması. İlk geliştirilen makinelerden bir tanesi iplik eğirme makinesi tekstilde kullanılıyor.
-
2024-01-04 13:22 1825’te çok önemli bir icat daha geliyor. Lokomotif icat ediliyor. Dünya tarihi açısından neden bu kadar önemli lokomotifin keşfi? Çünkü o tarihe kadar ticaret ve zenginlik liman kentlerinin tek elindeydi. Lokomotifin icadı ile birlikte hem buralardan buraya bir lojistik imkan ortaya çıktı, hem de denize kıyısı olmayan yerlerde zenginleşebilmeye başladı. O yüzden 1825, denize kıyısı olmayan yerlerin kaderini değişmeye başladığı tarihtir, lokomotifin icadı ile birlikte.
-
2024-01-04 13:22 1763’te şapıya telgrafı keşfediyor. Lokomotifin keşfi var, fotoğraf makinesinin keşfi var, 1826. Dikiş makinesi çok önemli bir keşif. 1830 yılında keşfediliyor. Eter keşfediliyor Horton tarafından hastaların bayıltılabilmesi, ameliyat edilebilmesi için. İçten yanmalı motor keşfediliyor 1860 yılında. Bakın sadece 1850 ile 1900 arasındaki keşiflere bakın. Dinamitin keşfi, Nobel dinamiti keşfediyor. Daktilo. Graham Bell telefonu keşfediyor. Edison fonografı keşfediyor. Elektrikli ampulü keşfediyor. Gerçi onun muciziği büyük oranda Tesla. Hertz elektromanyetik dalgaları keşfediyor. Berliner gramofonu keşfediyor. İşte Lumière kardeşler sinema makinesini keşfediyor.
-
2024-01-04 13:23 Bakın hala 1800’lerin sonlarındayız. Marconi radyo dalgalarını keşfediyor ama onu da keşfeden Tesla’ydı. Wright kardeşler motorlu uçağı keşfediyor 1903 yılında. Sonra 1900’lerin başında diyot keşfediliyor, elektronik vakum tüpü. Bu pek çok makinenin çalışma prensibini değiştiriyor. Sonra, bundan sonraki keşifler, özellikle Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra işte faks makinesi, televizyon, fotokop makinesi, işte mesela penicillinin 1940 yılında pensilin keşfediliyor ve milyonlarca insanın hayatı kurtulmaya başlıyor
-
2024-01-04 13:23 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra transistörün keşfi çok önemli bir keşif. 1948 yılında o da makinelerin işlemin prensibini kökte etkiliyor ve makinelerin küçülmesini sağlayabiliyor. Hatta bir bilim insanı vardı, adımı unuttum, şey diyor, Uzaylılardan bir şey geldiyse, bize transistörü vermişlerdi. Yani transistörün bize gelişi bizi 100 sene ileri götürmüştür, diyor
-
2024-01-04 13:27 1950’lerden sonra mucittenin isimlerini pek tanımamaya başlıyoruz. Şirket adlarıyla ya da ülke adlarıyla ya da üniversite adlarıyla artık icatları anıyoruz. Çünkü icatlar bir bireyin, çok büyük yaratıcılığa sahip deha bir bireyin yapabileceği boyuttan çok daha büyük hale gelmeye başlıyor ve çok daha yüksek finansman gerektirir hale gelmeye başlıyor.
-
2024-01-04 13:27 951 IBM’in bilgisayarı keşfi, Sovyet Birliği’nin uyduyu keşfi 1957, 58 Lazer’in keşfi, 1962 MIT’nin interneti keşfi, eski haliyle. Philips şirketin CD’yi keşfi, 1982. Microsoft’un Windows’u keşfi, 1983. CERN’in World Wide Web’i keşfi, 1991. Amerika’nın genetik kopyalamayı keşfi ve insan genomunun 2000 yılında keşfetmesi gibi çok kritik başlıklarla böyle sayabiliriz keşifleri.